26 Mart 2013 Salı

Trojan Horse

Bu da bir önceki yazıda eksik kalan Burhan Doğançay'ın 1978'de tamamladığı Truva Atı isimli çalışması.


Bu eseri bulmamı sağladığın için teşekkürler Merve Ö.

via artnet.com

23 Mart 2013 Cumartesi

Kent Duvarları, Kapılar, Kurdeleler ve Dahası

Dün bir arkadaşım vasıtasıyla yakından tanıdım kendisini, Burhan Doğançay. New York'u evi kabul etmiş, İstanbul ve Turgutreis'i mesken tutmuş, bir dolu ödül almış, bir dolu ilk başarmış, bence resim aşığı. Bence resim aşığı çünkü öyle kolay iş değil diplomat olarak gittiğin New York'ta "ben sadece resim yapcam arkadaş" deyip kendini adamak, hele ki bunu 60'larda yapmak. Öyle kolay iş değil 70'lerde 120den fazla ülke gezip fotoğraflamak ve bunları kendi tuvaline tohum olarak serpmek.
Aslında ben öyle pek anlamam empresyonizmmiş, ekspresyonizmmiş, benim bakış açım daha düzdür bu konularda, adam yeni, değişik bir iş yapmış be ve de değişik bir işi yapmaya 60larda başlamış. Bu nasıl bir bakış, bu nasıl bir zihin, bu nasıl bir tutku, üstelik konu ne olursa olsun yeni, değişik bir iş çıkarmak, hele ki babadan emanet alınıyorsa, oldukça zordur bence.
O dönemde zaten bir avuç olan sanatçıların toplumsal gerçekçiliğe yönelmiş olmasını, 70lere gelindiğinde bütün ülkeyi etkisi altına aldığı gibi resim sanatında da etkileri yoğun olarak gözüken öğrenci olayları ve siyasal çalkantı düşünüldüğünde, üstelik hukuk mezunu bir diplomatın kendini bu etkileşimlerden uzak tutabilmesi de ayrı takdir edilmesi gereken bir durum bence.
Çok eserini gösterdi arkadaşım, çok fazla serisinden bahsetti ama ben en çok Duvarlar serisinden etkilendim galiba. Hani böyle eski bir eve girince düşünürsün ya bu duvarlar ne kahkahalar, ne hüzünler emmiştir, kim bilir nelerin tek şahididir bu duvarlar dersin, Burhan Doğançay da benzerini demiş aslında ama biraz daha büyük düşünmüş o, bu şehrin duvarları demiş ne insanlar görüyor, ne insanların izlerini taşıyor, üstüne bir de diğer şehirlerin duvarlarını merak etmiş, o insanların izlerini görmek, hissetmek, şahit olmak istemiş ve bunun için de 120den fazla ülke dolaşmış, gittiği her yerde öyle güzel çalışmış ki fotoğrafların bugün bile arşiv olarak kullanıldığı söyleniyor. Siyasi afişin altından ucu gözüken ilanı merak etmiş mesela, çoğumuzun dikkatini bile çekmez, çoğu eserinde çok net gözüküyor altta kalana merak sarmış, onu görmeye, göstermeye, onu hissettirmeye, alttan ucu gözükene dikkat çekmeye çalışmış. Aslında biraz önce dönemin Türkiye'sinden etkilenmemiş dedim ama bu altta kalana dikkat çekmesi, onu vurgulaması Türkiye etkileşiminin sonucu olmuş olsa çok daha büyürdü gözümde ama maalesef öyle bir bilgim yok.
Hakkında öğrenip hoşuma gitmeyen tek bilgi de Mavi Senfoni tablosunun Murat Ülker'e satılmış olması.
Dün baktığım eserlerinden en çok hoşuma giden de Truva isimli çalışmasıydı, rüya gibiydi sanki, bir an için çok net, çok gerçek geldi, truva atının gövdesindeki tahtaların kıvrımlarını bile görebiliyordum ama aslında öyle bir gerçekliğin olmadığını da biliyordum, maalesef bu çalışmasının görselini bulamadığım için paylaşamıyorum burada, başka sefere artık.

12 Mart 2012 Pazartesi

söylenmemiş sözüm var sana

aslında ben seni sevdim hemde çok,
hatırladın mı bir resmimiz vardı senle ben tren raylarını kurmuşuz, ben 2 yaşında varım yokum, onun yanına uzanmışız sonra, mutluluk resmedilmemişse şimdiye kadar bir ucu bu fotoğraftan alınabilir dercesine bakmışız objektife
ama hep öyle kalmayacağımızı çok geç anladım ben, hep bir umut vardı içimde, bitmek bilmeyen bir umut vardı, çünkü idolümdün sen be adam, anlayana kadar yanlış olduğunu çok büyütmüştüm seni kafamda, büyük şeyleri yitirmek de ağır oluyor ve git gide ağırlaşıyor bana, kaldıramıyorum artık, olmuyor, daha fazla yitip gitmeni görmek istemiyorum. Ya ben senin garsonla konuşmanı bile örnek almıştım kendime be, kolay mı zannediyorsun bunları yazmak ama artık sadece o halinle hatırlamak istiyorum seni, tren rayının yanında uzanan uzun favorili halinle
biliyorum ben sana ne yapıyorum diyeceksin bunları okuyunca, haklısın sen bana birşey yapmıyorsun sen aynı sensin, aynı şekilde davranıyorsun ama anla artık ben o resimdeki ufaklık değilim, biliyorum ne boklar yediğini, duyuyorum, bayılırsın böyle şeyler söylemeye diye kullanıyorum, benim de kulağıma kar suyu kaçıranlar var artık, canımı acıtıyor o kar suları, istemiyorum, tanımadığım numaralara da gönül rahatlığıyla alo demek istiyorum, aklına gelir diye söylemek istedim bunların son olayla bir ilgisi yok o sadece bir tetik görevi gördü diyelim, çünkü senden öğrendiklerim arasında geriye kalan en değerli son şey paraya değer vermemekdir, hiç vermedim şu zamana kadar tıpkı senin gibi, daha çok şey vardı tıpkı senin gibi yapmaya çalıştığım ama artık hızlı hızlı kurtulmaya çalışıyorum onlardan,
velhasıl olmuyor, böyle olmuyor, uzakta olsak da birlikte olmuyor, biraz da böyle deneyelim be çakır, belki daha mutlu olmayız ama ya daha huzurlu olursak, benim o huzur için de umudum var
ve bir umudum daha var, bunları yüzüne söylemek üstüne



18 Temmuz 2011 Pazartesi

"Son Defa" Benim Hala Umudum Var

Bir şekilde haberim oldu bir şarkıdan. Eskilerden bir dost duvarıma yazmış.
Nasılsın, nasıl gitti? Alıştın mı sende? Rahat mısın artık İstanbul'da? diye girince şarkı, soğuk bir ter boşaldı hızla, irkildim bir an, sanki onunla konuşur gibi oldum. Zira çok zaman oldu konuşmayalı, sesini bile unutmuş olabilirim.
Sonra biraz daha dinledim şarkıyı, bir mısra sonra "bulabildin mi sonunda hep anlattığın o meşhur huzuru?" diye sordu, düşündüm biraz ne cevap vereceğimi bilemedim, tam o sırada yetişti imdadıma, "iyiyim ben, hep aynı şeyler işte, yalan dolan gülümsemeler. İyiyim ben hem sen tanırsın beni, ne yapsam ne söylesem, o geç kalmışlık hissi. İnan pek yeni bir şey yok, biraz yaşlandım tabi, biraz tenhalaştım."
Şimdiye kadar yazdıklarımın hepsi şarkının birkaç kısmıydı. Ve korkuyorum yakın zamanda telefonda konuşacağım birisiyle bu konuşmayı yaşamaktan. Çünkü bunlar gerçekse, çünkü sadece bunlarsa söyleyeceklerim, ozaman durum gerçekten can sıkıcı. O zaman birisine benim de sormam gerekerir niye geldim İstanbul'a, madem bir şey değişmeyecekti niye çekiyoruz bu sıkıntıyı, niye oturdum en yakınımın hayatının ta orta yerine, niye onun da düzeninin bir bacağını çektim kopardım?
Bu senaryo olurda ben bunları soruyor olursam, kime soracağım da mechul galiba.
Yada tekrar düşündüm de belli aslında:
ya sadece kendime soracağım ve bu sefer tamamen kendi kabuğuma kapanacağım
ya şu an yanımda duran adama soracağım ve bu sefer tamamen kendi kabuğuma kapanacağım.

Bunlar olmasın diye de başka şarkıya geçiyorum, tamda olması gereken şarkıya,

BENİM HALA UMUDUM VAR İSYAN ETSEM DE İSTEDİĞİM KADAR

4 Temmuz 2011 Pazartesi

İskele Babası

Bazen çok sevdiğin insanlar olur hayatında, bazısıyla çok küçükten aynı yolda bulursun kendini. Zaman gelir şişedekini paylaşırsın, zaman gelir cebindekini paylaşırsın, zaman gelir sadece aklındakini paylaşırsın, paylaşacak birşeyler bulursun işte, sırf onunla paylaşmak gerçekten güzel geldiği için. Sonra bir yanlışlık olur, bir hata olur, yollar sapar, yolda görüp kafayı çevirir iki tarafta. Ulan dersin neler paylaştık ama vakit kaybıymış, üstüne bir sünger çekersin. Köprüden önceki son çıkışta kurtarmışım pacayı diye düşünürsün hatta.
Yada aşktır senin için bir başkası. Düşünürsün, geceler boyu. Hep onu anlatırsın, canın hep ondan konuşmak ister. Zamanla işleri yoluna da sokarsın, ne güzeldir hayat o noktada, beraber, ten tene olmasa da beraber, aklında beraber, kalbinde beraber, en kötü telefonun ucunda. Sonra yine bir yerde devran döner. Bok edersin bir şeyleri, yada o bok eder. Fark etmez kimin halt ettiği bok olmuş bir kere üstün başın. Sonra üzülürsün, bittim dersin bittim, yok benim derdimden büyüğü. Tabi giderek azalır, azalır, azal, az kalır sonunda o dert. Ve bitti gitti işte ona da bir sünger çekersin.
Ama sünger çekemeyeceği bir elveda vardır, erkek çocuğuna. Belli bir yaşa kadar idolündür. Onun gibi kocaman olmak istersin, onun kadar heybetli. Arabayı onun kadar iyi kullanmak istersin mesela, yada ne bileyim garsondan hesabı onun gibi istemeyi düşünürsün. Belki ilk söylediğin kelimedir ikinizin ömrünün kesiştiği bölümde ona hitap edeceğin 4 harf. Zihnin kapalıdır sanki yada zihnini kaplamıştır. Sonra kafa kağıdındaki tarih hanesinden uzaklaştıkça zaman, senin kafanda açılmaya başlar. Bu sefer de örnek alacak bir şeyler bulursun tabi ama kötü örnektir onlar, onun gibi olamam, olmamalıyım demeye başlarsın bu sefer de. Ve bir elveda kopar zihninde boşalan yerde, boşluktan mıdır bilmem çok yankılanır o, bir tek sen duyarsın, bir kaç kişi de hisseder belki. Ama bir kere elveda dedinmi kafanda, ne sünger çekebilirsin, ne de kendi kara tahtana kendi tebeşirinle yazdığın elvedayı silebilirsin.
Sonra ne mi olur? Sonra iskele babası gibi beklersin deniz kenarında, yanaşan gemilerin birinden insin ağır ağır, çocukluğundaki heybetiyle diye.
Ama fazla bekleme sadece hayal kırıklığını arttırırsın.


9 Nisan 2011 Cumartesi

maceraya daldım dönücem

Az önce 1 saat 15 dakikadır yazmakta olduğum, yaklaşık 1 aydır içinde olduğum maceranın özeti olan şeyi bir çırpıda sildim.
Beni tanıyan ve burayı takip edenlerin zaten maceradan haberi var, benim özetim bana kalsın, herkes kafasındaki "bana göre" macerayı kendisi özetlesin...
Saygılar...

26 Ocak 2011 Çarşamba

yol arkadaşım


Gittiğim yol yol olsaydı karşıma daha düzgün bişeyler çıkardı belki...
Aslında kendileri arazinin gerçek sahiplerinden biri.