29 Haziran 2009 Pazartesi

Cittaslow



Şeytanın sürekli olarak dürttüğü, bırak bu koşuşturmayı, telaşı, git bir kıyı kasabasında sakin sakin gün batımına karşı ayaklarını uzat, şişende ne varsa inceden onu yudumla dediğini duyuyorum sıklıkla. İşte bu günlerin birinde görmüştüm Cittaslow oluşumunu. Ahhh demiştim Chianti de olmak vardı anasını satayım. Taş evlerin soğuk mahsenlerinden çıkarılan, yerli mahsül bir şişe şarıbı ağır ağır , yağ gibi kaydımak vardı boğazımdan. Ve şimdi Türkiyenin Chianti'si olmak için adım atmış Seferihisar.

Cittaslow Yavaş Şehir demekmiş İtalyancada.

"Yavaş şehir" olabilmek için nüfusun 50 binden fazla olmaması ve 50'den fazla kriteri karşılamak gerekiyormuş. Sadece şehirler değil kasabalar da "yavaş şehir" unvanını alabiliyormuş.
Avustralya, Güney Kore, Norveç, İspanya, Hollanda, Almanya, İngiltere, İskoçya, İsveç gibi ülkelerde 100’e yakın şehir şu anda “yavaş şehir” sertifikasına sahip.
Gereken kriterler ise şöyle: Enerji tasarrufu planlamasına önem verilmesi, kültürel ve tarihi değeri olan tarihi merkezlerin korunması ve geliştirilmesi için çalışmalar yapılması, trafik güvenliğinin planlanması, devlet binaları ve okullar arasında bisiklet yollarının yapılması, kentin yerel bölgesinin yiyeceklerini ön planda tutması...

24 Haziran 2009 Çarşamba

birkaç güzel insan birkaç güzel gün #1

AŞTİ'ye ilk adım atmamla başlamıştı kaos dalgası ve içimdeki korku. Kinyas ve Kayra isimli bir kitap olduğunu ilk defa benden duyan kitapçılar karşıladı beni. Üstüne Mario Levi'yi sorunca sanki bir taverna şarkıcısının 100 adet basılmış plağını soruyormuşum gibi bakan gözlerle içlerinden küfürü bastılar bana. Daha fazla şansımı zorlamadan hiçin lafını kesip kapattım telefonu ve önüme ilk çıkan çok satanı aldım yol arkadaşı olarak.
Aslında her zamanki gibi başlayacak bir otobüs yolculuğuydu, merdivenlerden ilk adımımı attığımda biliyordum hiç uyuyamıyacağımı. Yine uyuyormuş gibi yapıp onlarca şey düşünecektim, 8 saat boyunca önümdeki 4 güne hayallerde bir giriş yapacaktım.
Öyle de oldu, yol boyunca düşündüm, düşledim, boşulukları doldurmaya çalıştım, doluları da taşırmaya. Yol boyunca biraz Zar Adam eşlik etti bana, biraz bonbon, gerikalan tüm zamanda kendim ve ben baş başaydık, mahkumların volta atışları gibi sıkıntıdan sürekli bacak değiştirerek tamamladım 8 saati.
Sonunda aylar sonra kutsal topraklardaydım. Ama bir farkla, bu sefer çok sevdiğim ağaçlı sokağa hiç uğramayacaktım. Biraz gizli saklı ama bir tek kişiden habersiz, dağınıklık içindeki düzen gibi birşey işte bilmiyorum...
Saolsun Alpikevicuous evini açtı bana, yine olsa yine geri çevirmez, her zaman kapısını açar sonuna kadar biliyorum ama olsun benim için önemli...
Arada geçenler başka bir yazı konusu olur, oyüzden hemen cumartesi sabahına atlıyorum, Avniyle hiçi alsancaktan alıyoruz ve tanıdık yollara koyuluyoruz: ÇEŞME...
Futbol, transfer ve dedikodusu, Altay, Karşıyaka dolu bir yolun üstüne Çeşme'nin en sıcak odasına yerleşiyoruz, gerçi bu iki uğursuzun daha iyi bir oda bulması da Yavuzhan'ın Bold Pilot'ı geçmesi kadar zor bir ihtimaldi bence(benzetmenin alt yapısı çok önemli). Oda'da daha fazla duramadık tabiki ve kendimizi İlaydaya attık ve alkole başlamış olduk. Uzun zaman varki aynı masada tokuşmasın bardaklar...Az bir zaman sonra 3lüyü tekrar topladık ve ver elini Shayna.
Ama ne Shayna...
1-2 saatlik bir periyot varki geçirdiğimiz, dünyaya geçirdik üçümüz. 25 kişi dolaşılan onlar günleriyle hiç bir açıdan bağ kurulamayan, huzurun sakinlikle, dinginlik arasında bir yolda ama aynı paralellikte yol aldığı 1-2 saat. Tabiki alkole devam...


Şimdiyse İŞ ve İŞ o yüzden de üç noktanın devamı sonra gelsin!!!