30 Eylül 2009 Çarşamba

O Yer



Bir yer arıyorum kendime hala

Yaşamak,

Sadece milyonların arasından akıp gitmek istiyorum

Öyle çok şey istemiyorum yani

Güneşten biraz serin olsun

Serin olsun dediysek tenimi yaksın ama

Yada musalladan biraz sıcak

Varsın biraz üşüsün ellerim, ayaklarım

Bir kötü çorap, bir kesik eldiven yeter onları ısıtmaya

En önemlisi dalga sesi olsun, mutlaka

Karayı dövüşünü duydunmu dalgaların,
Hemen arkasından martıların çığlığı gelir çünkü

Offf kim sevmezki o çığlığı

Birden duyar gibi oldum

Tuz kokusunu çağırdı genzime

Şimdi bile...

Art of Survive


Kendine göre uzun sayılabilecek her ömür geçerken çok şey öğrenmeli insan. Ve öğrendiklerini uygulayabilmeli, hayata tutunabilmek için.

Bugün tam 7 defa ölüm geçti aklımdan. Bu noktada dengemi koruyamazsam, ayağım kayarsa, düşersem, ölürüm herhalde dedim kendi kendime. Bazen de biraz daha iyimser olarak, ki sevmem iyimser olmayı, bir tarafım kırılır dedim. O 7'nin 3'ünde düştüm ben bugün, ama hiç öyle film şeridi falan geçmedi gözümün önünden, gerek de kalmadı zaten. Çünkü, ben bile unutmuşum, düşmeyi öğreneli çok olmuştu. Çok önceden öğrendiğim bir şeyi tatbik ettim bugün ve HAYATTA KALDIM.

Hatta iyimserlikte de baya cimri davranmışım, kırık falan da yok, sadece bir kaç sıyrık, okadar. Ama o kadarı da lazım artık. Çünkü çok önceden(bir orospu çocuğundan) öğrendiğim başka bir şey daha var KAN ÇIKMADAN KAZANILMAZ...

21 Temmuz 2009 Salı

Bu Neyin Kafasıydı Böyle

Saat neredeyse 1 olmuş, yeni kapattığım bir telefonun üstüne bir yenisini açıyorum, onun üstüne bir yenisini daha. İçimdeki birileriyle Türkçe konuşma isteğini bastıramakta zorluk çekiyorum o gece. Ne yazıkki içimde bastıramadığım bir şeyler daha var. Nasıl bir kafadayım kelimelere dökemiyorum. 450 km uzaktan sesimi duyanlar, içimdeki enerjiden korkarak konuşuyor o gece.

Bir şeyler yapmalıyım, bu gece bir iz bırakmalıyım. Sürüden ayrılıyorum, sırf bir kurt kapmaya çalışırmı, o kurtla bir boğuşma yaşarmıyım diye bırakıyorum onları. Yürüyorum, nerede olduğumu bilerek ama nasıl bu ruh haline büründüğümü bilmeyerek. Ağır bir düşüşe benzetiyorum bu hali, ama nereden biliyorum, zira ben daha önce hiç düşmedimki. Biraz daha yürüyorum, tavuk-pilavcıda kısa bir mola. Bakınıyorum, ama bulamıyorum. Bela bu yakınlarda da değil bu gece. Ve yürümeye tekrar devam, loş bir ışık eşliğinde süzülüyorum Tunus'tan ve tam bu sırada karşıma çıkıyor o vurgun 206. Vurguna vurulmaz aslında bizim oralarda, Çakırdan, Hocandan öyle duyduk, öyle gördük ama bu sefer değil, napalım. Savuruyorum orta şiddette bir tekmeyi camına. Camdaki örümcek ağı belirir belirmez devam ediyorum yola. Atladığım ilk sarışın, Faikhaneye ulaştırıyor beni. Anahtarı kapıya yerleştirir yerleştirmez fark ediyorum, son bir haftanın en huzurlu dakikaları Faikhanede beni bakliyor, bir kaç saat de olsa sessizlik, sonunda.

Sonra ne mi oldu, kafayı kazıdım. Taxi Driver izleyeli çok oldu halbuki ama neden etkilendim, neyin kafasıydı bu, hala anlamış değilim...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Dünya Yerinden Oynar

Sürekli olarak yol yazıları yazıyorum bu günlerde. Aslında blog'un adına da çok uygun, ama yanlış anlaşılmasın ipim kuşağım denk kendimi vurduğum yollar değil. Tamamı Tuprag etiketi altında, ya onlara fatura edilmiş otobüslerle aşılan yollar yada lüksün vites kutusu yanına açılan bir paket antep fıstığı anlamına geldiği Hiluxlarla çıkılmış yollar. Bu yazı da bir şirket gezisinde çıktı. Yolculuk bir devrin battığı yere, Çanakkale'ye.

Bir önceki yolculuğumda edindiğim yol arkadaşım Zar Adam yine yanımda, ama bu sefer tek başına yeterli olamıcağını bildiğim için uzunca bir playlist hazırlamıştım akşamdan. Severim bir kaç gün önceki kafayla hazırlanmış playlistleri.Ruh hallerimi tekrar hatırlatır bana.

Her neyse güzergahımız önceden belirlendiği için ve benim bunda bir yaptırımım olmadığı için değişik bir rota çizemiyoruz. Mesela bu yazıya başlamadan 20 dakika kadar önce akşam yemeği için durduğumuz şehir, aslında ilk kez ayak bastım ama daha önce binlerce kere cümle içinde kullanmıştım şehrin adını ve her cümlede mutlaka bir(kaç) küfür virgülmüş gibi rahat kullanılıyordu. Çocukluğumda Rivers'ı, Griffith'i izlemek için gittiğim Tofaş maçlarıyla başlamıştı tanışıklığımız, Dünya Yerinden Oynar Bursa'dan Erkek Çıksa çığlıklarıyla samimileşmiştik, ama ilk ayak bastığım yerde yine bu cümle geldi aklıma, dünya yerinden oynasın, çünkü yıllardır pidesi ayrı döneri ayrı yediğim şeye ismini veren, bütün dönercilerin ağa babası İskenderoğulları bu şehirden çıkmış. Adamların soyadına hürmeten siparişi alan garsona hiç bir tarifte bulunmadım, her şey şefe bırakılmıştı. İyiki de öyle yapmışım, ben böyle bir şey yemedim heralde.

Ama fazlada soru işareti bırakmak istemem akıllarda, bu İskenderoğulları haricinde bir de bizim sonradan Altaylı Alp var, gerisi için hala aynı tezahurat geçerli.



Not: Yazı aslında 26.06.2009da yazıldı

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Yeni Nesil Dolandırıcılık

Cumartesi sabahı saat 8.15 sadabad sitesindeki takım kampında +393193269040 numaralı telefondan aldığım cevapsız çağrı üzerine uyanıyorum.Bütün gün düşünüyorum +39 neresi diye, çevremdekilere soruyorum, bilen çıkmıyor. Mumiden istersen geri arıyalım teklifi alıyorum ama o saniye şans benimle, düşünmeden geri çeviriyorum. Ve bugün +39u da buldum numaranın geri kalanının ne bok olduğunu da. Cumartesiden beri kimdir, bu telefon kodu neresidir diye düşündükten sonra bugün önce ülke kodunu buldum bununla da kalmayıp bütün numarayı google' a yazdım ve karşıma yeni nesil telefon dolandırıcılığı başlıklı bir çok yazı çıktı. Bu işi yapan kişiler bu ve buna benzer numaralardan 1 cevapsız çağrı bırakarak merak uyandırıyorlar ve bu merak sonucu siz bu numarayı geri arıyorsunuz, ancak internetteki yazılardan okuduğum kadarıyla karşınıza çeşitli yabancı dillerde konuşan bir robot çıkıyormuş ve tabiki sizi olabildiğince oyalamaya çalışıyormuş, karşılığında da dakikası 50$ civarı bir fiyat faturanıza yansıyormuş. Ayrıca aramayı siz yaptığınız için de faturaya her hangi bir şekilde itiraz hakkınız bulunmuyormuş. Buna benzer bir yazıyı da mail olarak yolladım tanıdıklara ve bende düştüm bu tuzağa tarzı cevaplar geldi. Aman dikkat bu veye buna benzer numaralardan gelen cevapsız cağrılara itibar etmeyinki canınız yanmasın...

29 Haziran 2009 Pazartesi

Cittaslow



Şeytanın sürekli olarak dürttüğü, bırak bu koşuşturmayı, telaşı, git bir kıyı kasabasında sakin sakin gün batımına karşı ayaklarını uzat, şişende ne varsa inceden onu yudumla dediğini duyuyorum sıklıkla. İşte bu günlerin birinde görmüştüm Cittaslow oluşumunu. Ahhh demiştim Chianti de olmak vardı anasını satayım. Taş evlerin soğuk mahsenlerinden çıkarılan, yerli mahsül bir şişe şarıbı ağır ağır , yağ gibi kaydımak vardı boğazımdan. Ve şimdi Türkiyenin Chianti'si olmak için adım atmış Seferihisar.

Cittaslow Yavaş Şehir demekmiş İtalyancada.

"Yavaş şehir" olabilmek için nüfusun 50 binden fazla olmaması ve 50'den fazla kriteri karşılamak gerekiyormuş. Sadece şehirler değil kasabalar da "yavaş şehir" unvanını alabiliyormuş.
Avustralya, Güney Kore, Norveç, İspanya, Hollanda, Almanya, İngiltere, İskoçya, İsveç gibi ülkelerde 100’e yakın şehir şu anda “yavaş şehir” sertifikasına sahip.
Gereken kriterler ise şöyle: Enerji tasarrufu planlamasına önem verilmesi, kültürel ve tarihi değeri olan tarihi merkezlerin korunması ve geliştirilmesi için çalışmalar yapılması, trafik güvenliğinin planlanması, devlet binaları ve okullar arasında bisiklet yollarının yapılması, kentin yerel bölgesinin yiyeceklerini ön planda tutması...

24 Haziran 2009 Çarşamba

birkaç güzel insan birkaç güzel gün #1

AŞTİ'ye ilk adım atmamla başlamıştı kaos dalgası ve içimdeki korku. Kinyas ve Kayra isimli bir kitap olduğunu ilk defa benden duyan kitapçılar karşıladı beni. Üstüne Mario Levi'yi sorunca sanki bir taverna şarkıcısının 100 adet basılmış plağını soruyormuşum gibi bakan gözlerle içlerinden küfürü bastılar bana. Daha fazla şansımı zorlamadan hiçin lafını kesip kapattım telefonu ve önüme ilk çıkan çok satanı aldım yol arkadaşı olarak.
Aslında her zamanki gibi başlayacak bir otobüs yolculuğuydu, merdivenlerden ilk adımımı attığımda biliyordum hiç uyuyamıyacağımı. Yine uyuyormuş gibi yapıp onlarca şey düşünecektim, 8 saat boyunca önümdeki 4 güne hayallerde bir giriş yapacaktım.
Öyle de oldu, yol boyunca düşündüm, düşledim, boşulukları doldurmaya çalıştım, doluları da taşırmaya. Yol boyunca biraz Zar Adam eşlik etti bana, biraz bonbon, gerikalan tüm zamanda kendim ve ben baş başaydık, mahkumların volta atışları gibi sıkıntıdan sürekli bacak değiştirerek tamamladım 8 saati.
Sonunda aylar sonra kutsal topraklardaydım. Ama bir farkla, bu sefer çok sevdiğim ağaçlı sokağa hiç uğramayacaktım. Biraz gizli saklı ama bir tek kişiden habersiz, dağınıklık içindeki düzen gibi birşey işte bilmiyorum...
Saolsun Alpikevicuous evini açtı bana, yine olsa yine geri çevirmez, her zaman kapısını açar sonuna kadar biliyorum ama olsun benim için önemli...
Arada geçenler başka bir yazı konusu olur, oyüzden hemen cumartesi sabahına atlıyorum, Avniyle hiçi alsancaktan alıyoruz ve tanıdık yollara koyuluyoruz: ÇEŞME...
Futbol, transfer ve dedikodusu, Altay, Karşıyaka dolu bir yolun üstüne Çeşme'nin en sıcak odasına yerleşiyoruz, gerçi bu iki uğursuzun daha iyi bir oda bulması da Yavuzhan'ın Bold Pilot'ı geçmesi kadar zor bir ihtimaldi bence(benzetmenin alt yapısı çok önemli). Oda'da daha fazla duramadık tabiki ve kendimizi İlaydaya attık ve alkole başlamış olduk. Uzun zaman varki aynı masada tokuşmasın bardaklar...Az bir zaman sonra 3lüyü tekrar topladık ve ver elini Shayna.
Ama ne Shayna...
1-2 saatlik bir periyot varki geçirdiğimiz, dünyaya geçirdik üçümüz. 25 kişi dolaşılan onlar günleriyle hiç bir açıdan bağ kurulamayan, huzurun sakinlikle, dinginlik arasında bir yolda ama aynı paralellikte yol aldığı 1-2 saat. Tabiki alkole devam...


Şimdiyse İŞ ve İŞ o yüzden de üç noktanın devamı sonra gelsin!!!

24 Mayıs 2009 Pazar

heyecan!!!

Önce gözlerimin dolduğunu fark ettim, ama kendimi tuttum, gözümden düşecek ilk damlanın odadakileri de etkileyeceğini bilerek kendimi sıktım, ama ellerimin titremesini durduramıyordum, zangır zangır titriyordu parmaklarım, ellerimi nereye koyacağımı bilemiyordum. Herkesin dikkatini çeken de bu oldu zaten, dev adam 8 şiddetinde sallanıyordu. Cebimden çıkardığım paketi açamayışımla iyice perçimlenmiş oldu titremeler. Yardımla açtığım paketin içinden çıkan kutuyu açamıyordum bu kezde, yine yardımıma birisi yetişti hemen. Artık herkesin fark ettiği heyecanımı hafifletmek için yüksek sesle dile getirdim, "birisi şu kutuyu alsın elimden ben heyecandan açamıyorum".

Ama yeni anne benim kadar sıkamamıştı kendisini, bir şeyler söylememi beklemeden, yanağına ilk dokunuşumla koyverdi yaşları, işimi zorlaştırdığını fark etmemişti, o sadece anneliğin duygusallığına adım atıyordu, kucağındaki canıyla kazandığı hassaslığı gözler önüne seriyordu biraz utanarak. Ben yine de kendimi tutmaya devam ettim, anı kurtarmak adına birkaç soru sıkıştırdım hazırlarından. Cevapların ne olduğunu dinlemeden, ama önemser gibi yaparak biraz daha sıktım kendimi.

Sonunda odanın dışına attım kendimi, eşikten adımımı atmamla ilk yaş kendini bıraktı yer çekimine, titrememi de beraberinde götürerek rahatlattı ruhumu.

Daha önce hiç düşünmediğim kadar heyecanlanmıştım bir kız karşısında ve üstelik sadece 5 günlüktü daha.

Büyüdükçe daha nice heyecanlarına...

Hoşgeldin Doğa...

29 Mart 2009 Pazar

Güzel Günler Göreceğiz, Güneşli Günler


Şu an itibariyle 7. biramı bitirdim. Gerçi seçim nedeniyle alkol yasağı vardı ama ben hem içtim hem de canım Türkiyemin yaptığı seçimleri gıptayla izledim, izlemekteyim. İdeolojik olarak çatıştığım, benim ve benim gibi düşünenlerin dinine, kıyafetine, fikrine, zikrine, yediğine, içtiğine karışmaya çalışan zihniyete ,kan kaybına rağmen, gerekli tokat yine atılmadı. Ben oy kullanamadım, çok pişmanım ancak pişmanlığım oy kullanamamış olmaktan değil, kaydımı Ankara' ya aldırıp, burada kullanmamış olmaktan. 1 oy da olsa katkıda bulunmak isterdim Ankara'ya, her ne kadar devrilmemiş olsada Melih efendi, kendimce bir hançerde ben sokmuş olmak isterdim. Melih efendi seni istemiyenler 1 kişi daha arttı demek isterdim.
Geçen haftalarda "Türkiyeden sıkıldığım zaman İzmir'e giderim" demişti Yılmaz Özdil, evet Türkiyeden farklı duruşuyla İzmir yine kimseyi şaşırtmadı, Büyükşehir Belediyesi ve 30 ilçeden sadece 1 ampul yandı İzmirde. Gerçekten gururluyum, bu tepkili, babalarımızdan, amcalarımızda duyduğumuz hikayelerdeki gibi yeri geldiğinde anarşist olabilen insanlarla aynı duruşa sahip olduğum için, her gerektiğinde en sertinden bir yumruk vurmayı bildikleri için. İzmirdeki sevdiklerim "güzel günler yaşıyor , güneşli günler". Umut ediyorum o günlere kavuşmayı. Sadece uzaktan bakabiliyorum şu anda, gözlerim kamaşarak, ağzım sulanarak bakıyorum bu insanlara, ve yaşamak zorunda olduğum şehirdekilerden utanarak...

27 Mart 2009 Cuma

Gerçek Karşıyakalılar

Zaman zaman dost ortamlarinda dile getirdiğimiz bir şeydir Karşıyakamızın sokaklarındaki değişimin can sıkıcı olması.Artık çok fazla gidemiyorum sevdiğim, kutsal topraklara, ama son birkaç senedir içim cız ederek dolaşıyorum sokaklarında.Biz buralardan giderken bu gençlere mi bırakıp gittik diye soruyorum kendi kendime? Onların o serseri, ipsiz-sapsız halleri iç buruklayıcı geliyor bana. Evet bizde aynı sokaklardaki yıllarımızı çok verimli geçirmedik belki ama bizim kopuk hallerimiz böyle değildi, bu tablo çok farklı geliyor uzaktan bakınca. Biz her zaman efendi olduk, saygılı olduk, yeri geldi biz komşu teyzenin pazar torbalarını taşımasına yardımcı olduk, yeri geldi mahallenin abileri, büyükleri bize sahip çıktı, hiç bir koşulda Karşıyakalı olmamızın verdiği o saygın duruştan uzaklaşmadık.
Bu gençlerden dolayı Karşıyakalı olarak taşıdığım kaygıyı, Karşıyaka Alt Yapısından tanıdığım Cenk Karslı'nın facebook'ta mesaj olarak attığı, Gerçek Karşıyakalılar başlıklı yazıda gördüm ve yazının bir kısmını paylaşmak istedim.

Grubumuzun en büyük özelliği ; buradaki hiç kimsenin sıradan insanlar olmaması. Buradaki herkes çevresinde kabul görmüş, fikirlerine saygı duyulan ve etrafındakileri etkisi altına alabilecek karizmada olan insanlar.Karşıyakalılığı çok iyi anlatmalıyız... Karşıyakalılık sadece futbol taraftarı olmak değildir , yada Karşıyaka sevgisi asla başarıyla doğru orantılı değildir. Karşıyaka Spor Kulübünde bir basketbol kültürü vardır, bir voleybol sevdası vardır, yelkende her zaman bir ayrıcalığımız olmuştur ve şu anda ismini anmadığım bircok branşta faaliyeti vardır.Bugün Türkiye'de bu konuda en başarılı kulübüz.
Karşıyaka semtinde ; medeniyet vardır, güleryüz vardır, komşuluk vardır, apartmanda birisi mutlaka bahçeye gül diker , mahallenin çocuğu yabancı ortamda korunur kollanır, yeni taşınana çay ikram edilir, aracınla parkyeri ararken balkondaki yaşlı teyze sana boş yeri işaret eder, çarşıda çarpıştığın adam haklı da olsa gülümseyerek özür diler...
Bugünkü gençlere, yarının Karşıyakalılarına bu kültürü aşılamak bizlerin görevidir ve bu işi bizden daha iyi kimse yapamaz.

24 Mart 2009 Salı

Sıkılıyorum

Sıkılıyorum
Her şeyden
Okuldan
İşten
Erkenden başlanan telaşlardan
Ankaradan
Her canım istediğinde denize bakamamaktan
Yıllardır içimde saklamaktan
Daha yıllarca konuşamıyacağımı bilmekten
Benden, bencilliğimden
Bilmekten ama cevap ver(e)memekten
Sahtelerden
Her İzmir yolunda dönüşü düşünmekten
Büyük denizi arzulamaktan
Ama ulaşamamaktan
Artılardan
Onları nötürlemekten
Yükselirken aşağı bakmamaktan
Kafa sallamaktan ama dinlememekten
Yara almaktan
Hala kabuk bağlamaktan
Kan kaybında yerinde saymaktan
Güneşten
Her gün geceyi yeniden öldürüşünden
Mekke yada Kudüsten

Biliyorum gitmem gerek
Yollar bitmez düşünerek...

14 Mart 2009 Cumartesi

an alone saturday...

Dışarda baharın ilk günlerine baş kaldıran bir kar yağışı ve onunla inatlaşan, bulutların arasından sıyrılıp evimin balkonundan girmeye çalışan sönük bir güneş var ve benim hiç mi hiç dışarı çıkasım yok.Bir kaç saat önce vedalaşıp Antalya otobüsüne bindirdiğim annemin de gidişiyle uzun zaman sonra evde tek başımayım. Özlediğim huzur veren bir sessizlik var evde. Sessizliği bozmaya çalışan tek şeyse çaydanlıkta kaynamakta olan suyun fokurtusu. Hava soğuk ama henüz kaloriferi yakmamamın yegane sebebi kendimi içten ısıtmak istemem ve bunun için de bulabildiğim, şimdilik kullandığım yöntem 4. ince belliyi deviriyo olmam. Ama ilerliyen saatlerde daha büyük bardaklarla içilen, sıcaklığından ziyede içeriğinden beni ısıtacağını daha önceki tecrübelerimle sabitlediğim birşeylere geçeceğime eminim. Ama büyük bardaklıklara geçmeden önce kendime ve bu ruh halime uygun bir playlist bulmam lazım, gerçi çok da zorlanacağımı düşünmüyorum...

27 Şubat 2009 Cuma

22 Şubat 2009 Pazar

evcilik

Yine her zaman ki gibi bir hafta sonu istemiştim. Cuma akşamı koşar adım evime gelip ayaklarımı uzatıp ntvspor eşliğinde kafa dağıtmaya başlamak ve o geceyi birkaç bira eşliğinde güzel bir dvd ile süslemek hatta belki filmi bitiremeden uykuya dalmayı planlıyordum.Cumartesi öğlenin erken saatlerinde uyanıp biraz spor yaparak ayılacaktım belki ve okuyacağım birkaç sayfa empati beni haftanın yorgunluğundan tamamen uzaklaştıracaktı. Ama uzun zamandır olduğu gibi hafta sonum da planladığım gibi gitmedi.
6 senedir ilk defa ev aramaya çıktım bu hafta sonu. Onlarca eve girdim çıktım, çoğuna burun kıvırdım,bazısında adam edebilirim dedim, çok azında eşyalar gelince sıcak bir yuva olabileceğini hissettim ve hiç birinde benden önce yaşayanların izlerini aramadım, hangi odada kim göz yaşı dökmüş düşünmedim yada hangi duvarlar kahkahaları emmiş dikkatimi çekmedi, ama hepsinde ortak olarak tek düşündüğüm yeni bir evi yeni bir insanla paylaşmayı istiyor olmamdı. 2 gündür sokaklarda dolaşıyoruz ve 2 gündür yeni ev arkadaşımı daha iyi tanıyorum, dünyada hala çok iyi insanların olduğunu görüyorum. Hala güvenebiliceğim insanlar bulabileceğimi anladım, anladım anlamasına ama hala duvarlarımı yıkmadım, yıkmaya da hiç niyetim yok. Yeni yaralar istemiyorum bünyemde...
Ev konusuna gelirsek de henüz karar vermiş değiliz ama istediğim tek evi görebilmiş değilim henüz yanlızca evin sahibi hanımla konuşlabildik. Konuşmanın sonunda evi görmem gerektiğine karar verdim vede karşımdaki bayanın dünyanın en kibar insanı olduğuna. Henüz bir hafta sonumu daha ev için ayırmam gerektiği haricinde hiç bir şey net değil. Ama heyecanlıyım, hemde çok...

20 Şubat 2009 Cuma

yemyeşil


uzun zamandır düşlüyorum yosun yeşili gözlerine dalıp gitmeyi

hayallerimi süslüyorum başını göğsüme yasladığın anlarla

hemde kalbim adını sayıklayarak çırpınırken

ikimizi baş başa görüyorum

düşlüyorum seni ve içinde olduğun her saniyeyi

ama bir türlü düşlerime sığdıramıyorum

gerçekleştiğinde içimde büyüyecek sevinci