23 Mart 2013 Cumartesi

Kent Duvarları, Kapılar, Kurdeleler ve Dahası

Dün bir arkadaşım vasıtasıyla yakından tanıdım kendisini, Burhan Doğançay. New York'u evi kabul etmiş, İstanbul ve Turgutreis'i mesken tutmuş, bir dolu ödül almış, bir dolu ilk başarmış, bence resim aşığı. Bence resim aşığı çünkü öyle kolay iş değil diplomat olarak gittiğin New York'ta "ben sadece resim yapcam arkadaş" deyip kendini adamak, hele ki bunu 60'larda yapmak. Öyle kolay iş değil 70'lerde 120den fazla ülke gezip fotoğraflamak ve bunları kendi tuvaline tohum olarak serpmek.
Aslında ben öyle pek anlamam empresyonizmmiş, ekspresyonizmmiş, benim bakış açım daha düzdür bu konularda, adam yeni, değişik bir iş yapmış be ve de değişik bir işi yapmaya 60larda başlamış. Bu nasıl bir bakış, bu nasıl bir zihin, bu nasıl bir tutku, üstelik konu ne olursa olsun yeni, değişik bir iş çıkarmak, hele ki babadan emanet alınıyorsa, oldukça zordur bence.
O dönemde zaten bir avuç olan sanatçıların toplumsal gerçekçiliğe yönelmiş olmasını, 70lere gelindiğinde bütün ülkeyi etkisi altına aldığı gibi resim sanatında da etkileri yoğun olarak gözüken öğrenci olayları ve siyasal çalkantı düşünüldüğünde, üstelik hukuk mezunu bir diplomatın kendini bu etkileşimlerden uzak tutabilmesi de ayrı takdir edilmesi gereken bir durum bence.
Çok eserini gösterdi arkadaşım, çok fazla serisinden bahsetti ama ben en çok Duvarlar serisinden etkilendim galiba. Hani böyle eski bir eve girince düşünürsün ya bu duvarlar ne kahkahalar, ne hüzünler emmiştir, kim bilir nelerin tek şahididir bu duvarlar dersin, Burhan Doğançay da benzerini demiş aslında ama biraz daha büyük düşünmüş o, bu şehrin duvarları demiş ne insanlar görüyor, ne insanların izlerini taşıyor, üstüne bir de diğer şehirlerin duvarlarını merak etmiş, o insanların izlerini görmek, hissetmek, şahit olmak istemiş ve bunun için de 120den fazla ülke dolaşmış, gittiği her yerde öyle güzel çalışmış ki fotoğrafların bugün bile arşiv olarak kullanıldığı söyleniyor. Siyasi afişin altından ucu gözüken ilanı merak etmiş mesela, çoğumuzun dikkatini bile çekmez, çoğu eserinde çok net gözüküyor altta kalana merak sarmış, onu görmeye, göstermeye, onu hissettirmeye, alttan ucu gözükene dikkat çekmeye çalışmış. Aslında biraz önce dönemin Türkiye'sinden etkilenmemiş dedim ama bu altta kalana dikkat çekmesi, onu vurgulaması Türkiye etkileşiminin sonucu olmuş olsa çok daha büyürdü gözümde ama maalesef öyle bir bilgim yok.
Hakkında öğrenip hoşuma gitmeyen tek bilgi de Mavi Senfoni tablosunun Murat Ülker'e satılmış olması.
Dün baktığım eserlerinden en çok hoşuma giden de Truva isimli çalışmasıydı, rüya gibiydi sanki, bir an için çok net, çok gerçek geldi, truva atının gövdesindeki tahtaların kıvrımlarını bile görebiliyordum ama aslında öyle bir gerçekliğin olmadığını da biliyordum, maalesef bu çalışmasının görselini bulamadığım için paylaşamıyorum burada, başka sefere artık.

Hiç yorum yok: