31 Temmuz 2010 Cumartesi

İki Mısra Kadar Basit

İnsan oğlu garip yaratık, çok garip. Biraz fazladan üstüne düşersin, kaçan kovalanıra düşmüş bulursun kendini, biraz kendini çekersin, elinden uçup gitmeye kalkar. Öyle bir denge kurmak gerekirki, hem üzümü yiyebilesin hem de bağcıyı dövmeye gerek kalmasın.
Ama işte her zaman da olmuyor be kardeşim. Dengen alt üst olmuşken, ince hesap yapmak istemiyor bünye çünkü insan sesini duymak istiyor, bir kere gülüşünün içini ısıttığını farkettinmi hep yanında öyle gülsün istiyorsun, sabah sinirli uyanmamanın nasıl birşey olduğunu tatmışsın bir kere nasıl bırakasın, dokunmak istiyorsun, öyle bir sarılıyımki iliklerine kadar hissetsin samimiyetimi diyorsun ve sen bunları yapmaya çalışırken denge falan kalmıyor, haliyle.
Kimseyi kovalamak falan istemiyorum ben, avcı değilim zira.
Elimden uçup gitmesin diye kafesle falanda gezecek halim yok.
Ne yapmak gerek öyleyse?
Öyleyse konuşmak gerek kanımca. Net olmak gerek, tamamen olmasada bir kısmını netleştirmek gerek. Aslında bu sefer tamamen net olabilirmişim gibi geliyor, duvarları aralayabilirim gibi hissediyorum ama işte sorun kimin niyeti var o aralıktan içeri süzülmeye?
Yıllardır tek başına yaşanılan bir derebeylik bu, ben duvarlarım içindeki topraklarımı paylaşmaya hazır olsam bile dışarıdan gelecek olana yetermi burası?
Aslında her şeyin cevabı sadece bir şarkının iki mısrası kadar basit:
ama bu kez farklı olsun diye
sen denersen, ben de denerim



henüz etikete isim yazmak yasak!!!

Hiç yorum yok: